-Pirim Hz. Mevlana'ya ithaf olarak yazan ve hazırlayan Işık Sükan-

Altıncı Bölüm

Hz. Mevlana’nın Mesnevisi’nden okuyacağım bazı hikayelere ışık tutması adına, ön bilgiler vermek durumundayız. Bunların içinde, bu bilgileri almadan, yani bu hikayeleri değerlendirmek doğru değil. Çünkü bu hikayeler Kuran– ı Kerim’deki ilgili ayetlerin tefsiri ve onlardaki sırrın anlaşılmasına yardımcı olsun diye verilmiştir. Öncelikle Harut ile Marut’tan bahsedeceğiz. Bu Bakara Sûresi’nde adı geçen iki melaikedir. Bunlar insanoğlunun dünyada yaptığı kötülükler görünce, Cenab–ı Allah’a şikayet etmişler. “Bu insanlar ne kadar kötü, ne kadar nankör.Senin ortaya koymuş olduğun kanunlara, ayetlere hiç mi uymazlar.” diye söylenmişler. Tanrı da onlara “onlardaki şehvet sizde olsa, daha beter günah işlerdiniz.” diye buyurmuştur. Fakat bu melekler “Hayır! Onlardaki şehvet bizde olsa biz isyan etmeyiz. Katiyen, kuralları bozmayız, kanunları çiğnemeyiz.” diye iddaa edince, Tanrı bunlara şehvet verip, Babil’e inmelerini buyurmuş. O zamanın devrinde Babil çok önemli bir uygarlık merkezi, bunlar orada hakimlik ederlerken, çok güzel bir kadın, iş için Harut ile Marut’a müracat ediyor. Ama melekler kadına aşık oluyorlar. Tabii aşık olunca da, kadının tesiri altına giriyorlar. Kadın onların kendinden murat almaları için bazı şartlar koşuyor. Ya kocamı öldürün, ya puta tapın yahut da şarap için!” diyor. Aksi taktirde onlara ram olmayacağını söylüyor. Bunlar şarap içmeyi uygun buluyorlar. Oturuyorlar şarap içiyorlar. Şarap içince de sarhoş oluyorlar. Kadın da bunların melek olduğunu sarhoşlarken ağızlarından laf alıp öğreniyor ve onlara diyor ki her gece ismi azam okuyup gökyüzüne çıkıyorsunuz. İlla ki ismi azamı bana da öğretin.” diyor. Harut ile Marut tutuyorlar kadına ismi azamı da öğretiyorlar. Kadın göğe çıkınca Tanrı’nın gazabına uğradığı için, Tanrı O’nu bir yıldız şekline sokuyor. Bizim efsaneye göre Çoban Yıldızı ya da Venüs Yıldızı diye bildiğimiz yıldız oluyor. Yani araplar da buna Zühre yıldızı derler. Melekler de hem şarap içtikleri için hem kadının kocasını öldürdükleri için hem de kadına ismi azamı ve büyü yapmayı öğrettiği için, meleklere dünya azabı ile ahiret azabından birini kabul etmelerini söylüyor. Melekler de Ahiret azabının çok korkunç olduğunu bildikleri için dünya azabını seçiyorlar. Cenab – ı Allah da bunları Babil kuyusuna baş aşağı astırıyor ve orada kıyamete kadar kalmalarını emir ediyor. Kuran-ı Kerim’de ikinci sûre olan Bakara Sûresi’nde 102. Ayet’te bu iki meleğin dünyaya indikleri, halka sihir öğrettikleri , kendilerine müracat edenlere sihir öğretmeden, “Biz Tanrı tarafından size bir imtihan olarak geldik. Sihir öğrenip kafir olmayın.” diye ikaz ettikleri belirtilmektedir. Hz. Mevlana Mesnevi’nin birinci cildinde 3359. beyite kadar yine bu hikayeden bahseder. Bir diğer surede; 21. Sûre yani Enbiya Sûresi’nin 51. ayetinde 70, ayetine kadar, Hz. İbrahim’in öyküsü anlatılıyor. Orada da İbrahim’in putları nasıl kırdığı ve Nemrut tarafından, nasıl ateşe atıldığı; ama ateşin Nemrut’u yakmadığı soyleniyor.

Sofilerin büyük bir kısmına göre Tanrı zatı ile varolan, hiçbir şeyle mukayyet bulunmayan, mutlak varlıktır. Herşey O’ndan varolduğu için, asıl varolan O’dur ve varlık da O’nundur. Tanrı’nın bu mertebede hiçbir taayyünü yoktur. Yani hiçbir surette zahir değildir (gözle görünmez). Bilinmesine de imkan bulunamaz. Bilgisinde bütün eşyanın hakikatları sabit olmuş, onların zuhuru (ortaya çıkması) da kainatı meydana getirmiştir. Kainatın varlığı O’nunla vardır. Tanrı vardı. Sonra kendini bildi. Ondan sonra bilgisinde eşya sabit oldu. Bundan sonra da kainatı meydana getirdi diye bir şey anlaşılmamalı. Burada zaman söz konusu değil. Burada mutlak varlığın mertebelerinin gündeme geldiğini görüyoruz. Yani Tanrı zatı itibariyle mutlaktır. Zatının gereği kendisini bilmesidir. Bu bilgi de eşyanın hakikatlarında sabittir. Bu delil kainatı açıklar. Yani bu deliller kainatı açıklar. Bu her an böyledir. Bunun için de bu konu üzerinde tefekkür etmek lazım. Kuran-ı Kerim’de bedir Harbi’nden bahsedilirken “Onları siz öldürmediniz.Tanrı öldürdü. Ok attığın zaman sen atmadın. Tanrı attı.” denmektedir. Enfa Sûresi’nin 17 .Ayeti “Onları siz öldürmediniz. Fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın. Fakat Allah atmıştı. Allah O’na inananları güzel bir imtihana tabi tutmak için yapmıştır. Doğrusu O işitir ve bilir.” ayetleri ifadelerimizi açıklar.

Şimdi Hz. Mevlana’nın 600 ve takipeden beyitlerinden seçilmiş olan bir beyti okuyoruz.

“Biz yokuz. Varlıklarımızı fani (ölümlü)suretle gösteren, vücudu mutlak sensin. Biz mumiyetle arslanlarız. Ama bayrak üzerine resmedilmiş arslanlar. Onların zaman zaman hareketleri hamleleri rüzgardandır. Hareketimiz de varlığımız da senin verdiğindir. Varlığımız umiyetle senin icadındır. “Yok” ise varlık lezzetini göstermek içindir. Yok olanı kendine böyle aşık eylemiştin.”

Burada bir soru soruyoruz? Hz. Mevlana burada ne demek istiyor?

Yani biz aslında varlıklarız ama, arslanız ama bu arslanlar hakikatta mevcut değil. Hükümdarın bayrağının üzerine işlenmiş arlan resimler gibi. Allah tarafından rüzgar esince bayraklar da dalgalanınca, bayrakların üzerindeki arslan resimleri de sanki hareket ediyorlarmış gibi, bir izlenmi bırakır. İşte biz kulların durumu da tıpkı bayraklarda rüzgar esince kıpırdayan arslan resimleri gibi, bu düşünceyle kainata bakacak olursak ve kendi amel ve işlerimize bakacak olursak, aslında biz yok olmuş oluyoruz. Biz aslında var değiliz. Biz sadece ve sadece bir imajdan ibaretiz. Hatta görüntü bile sayılmayız. Hadi görüntüysek de, bayrakların üzerindeki arslan resimleri gibiyiz. Yani gerçekte o arslanlar sanal. Demek ki burada Hz. Mevlana, bu dünyada ve bu zaman diliminde yeralan mevcudiyetleri ve varlıkları sanal olarak betimliyor. Enfa Sûresi’nin bu ayetinde “oku atan sen değildir. O oku atan benim elimdi.". O zaman yine bu hareketlerin dahi aslında tamamen sanal olduğu ortaya çıkıyor. Yani şahısların bir rolü olmadığını anlamaya başlıyoruz. Biz bunu böyle düşündüğümüz zaman ortaya başka bir hadise çıkacaktır. Gerçek olmayıp sanal olduğuna göre, oku atan el, başkasını öldürdüğüne göre onun eli değil aslında Tanrı'nın eliydi. O zaman oku atanın cezai sorumluluğu yoktur. O zaman onun günah ya da sevap işlemi gibi eylemlere girme olasılığı da yoktur. Çünklü aslında sevabı işleyen de günahı işleyen de kendisi değildir. Çünkü kendisi sanaldır. Fakat aslına bakarsanız, burada günahında sevabın da sanal olduğu konusudur. Çünkü o zaman aslıda günah ya da sevap diye bir şey yoktur. Bunların hepsi sanal alemde dalgalanmaktadır. İşte bu sırlardan bir sırdır. Evet oku o şahıs oku atmıştır. O attığı ok hedefi bulup başka bir şahsı öldürmüştür. Ama o ölen şahıs sanaldır. Oku atan da sanaldır. Oku atanın cezai mesuliyeti var desek, cezai mesuliyetin kendisi de sanaldır. Dolayısıyla onun uygulanması da sanaldır. Bunların tamamına baktığımız zaman ortaya Hikmet-i Hüda çıkar. Derin hikmet ve sır. İşte, burada da Enfal Sûresi’ nin 17. ayeti’ni sırrıdır. 17. Ayete göre tefekkür ettiğimiz zaman ve olaylara, o bağlamda yaklaştığımız zaman, kendi düşüncemizde sanal alemde bazı keşifler de bulunma kabiliyetini kazanabiliriz.

Hz. Mevlana’dan İnciler 1 cilt. Sayfa 49 “Biz bir ok atarsak, atış bizden değildir. Biz yayız. O yayla, ok atan Tanrı’dır” demin Kuran-ı Kerim’ın Enfal Sûresi’ nin 17. ayetinin tekrarı. “Yapıp yapmamada ihtiyarımız varsa, utanma ne? Bu açıklanma, bu utanış, bu tereddüt ne? Kocaların şakirtleri terbiye etmesi ne için? Fikir neden tedbirlerden tedbirlere dönüyor? Eğer sen O cebirden gafildir. Hakka mensup olan ay bulutta yüzünü gizliyor dersen, buna hoş bir cevap var. Dinlersen, küfürden geçer, dini tasdik eder, bana tabi olursun. Hasret ve figan hastalık zamanındadır.” Yani bizim başımıza bir iş geldiği zaman hastalandığımız zaman, ciddi bazı kayıplara uğradığımız zaman acılar içersindeyken figan ederiz.

İnsan hasta olduğu zaman günahından istiğfar eder. Durmadan ne günah işledim. Allah’ım affet diye yalvarır ya. O zaman günahın çirkinliği görünür. Eğer bir iyileşiyim artık günah işlemem diye düşünürsün. Kulluktan başka bir iş seçmeyeyim. Bir daha öyle birşeye ihtiyar etmeyeyim diye ah edersin. Hastalık sana akıllılık bahşeder. Aslı arayan kimse, şu aslı bilki. Kimde dert varsa, o koku almış dermana ermiştir. Kim daha ziyade uyanıksa, o daha ziyade dertlidir. Kim işi daha iyi anlamışsa, onun benzi daha sarıdır. Allah’ın cebrinden ağâh isen, yani cebirden uyanık isen, feryadın nerede? Çünkü uyanık olsaydın, feryat ederdin. Zincire bağlı olan kişi nasıl olursa neşeli olabilir. Hapiste esir olan nasıl hür olabilir. Eğer ayağını bağladıklarını, başına padişah çavuşlarının dikildiğini görüyorsan, artık sen de aciz olan insanlara çavuşluk etme. Çünkü bu vazife acizlerin huyu ve tabiatı değildir. Hangi işe meylin varsa, o işte kendi kudretini apaçık görürsün. Hangi işe meylin ve isteğin yoksa, bu Tanrı’dandır diye kendini o işten uzak tutarsın. Peygamberler dünya işinden kafirler de Ahiret işinden uzak tutar. Her kuş kendi cinsinin bulunduğu yere gider. Bedeni geride, uçmaktadır. Canı daha tez daha ileri gitmekte. Kafirler cehennem ehlinden olduğu için dünya zindanı onlara rahat gelmiştir. Peygamberler de cennet cinsinden olduklarından, can ve gönülleri cennete doğru gitmiştir. Dünya onlara zindan görünür. Bu sözün sonu yoktur. Fakat biz gene oturup düşünelim.

Bazı bilgileri yine anlatacağız. Çünkü başka türlü anlamak zor olur. Cebir kulda irade ve seçme gücü olmadığına, herşeyin Tanrı tarafından yaptırıldığına inanmaktır ki, bu inanışa sahip olanlara, bu inanışı kendilerine mezhep olarak kabul edenlere cebri denir. Mutezile (seçim) kulun herşeyi kendi iradesi ve dileğiyle yaptığına inanmaktır. Yani mutezile (seçim) dersen, istekten bahsedersin. Kulun kendi isteği ve iradesi iş yaparsa buna mutezile (seçim) deniliyor. Bu inanışı kendilerine mezhep edinenlere Kaderiye denir.

Bunlar kulların işledikleri işlerde kaderi inkâr ederler. Kader Tanrı bilgisidir. Fakat bu bilgi bizi o işi yapmaya mecbur etmez, derler. Mutezile bu mezheptedir. Sunnilere göre kulda cuzi bir irade vardır. Kul iradesini sarf eder. Tanrı o işi yaratır. Gayret bizden tevfik(yardım) Allah'tan. Siccin daimi olan şey demek. Cehennemde bir vadinin adına siccin deniliyor. Burası cehennemin en kötü yeridir. Kuran’da kötülük edenlerin, hesap defterinin burada olduğu bildirilmektedir. Mutahfefin Sûresi 7.’den 9. kadar olan ayet.

Mutahfefin Sûresi 83. Sûre 7. Ayet. “Sakının; Allah’ın buyruğundan dışarı çıkanlar, muhakkak Siccin adlı defterde yazılıdır. Siccin’in ne olduğunu sen nereden bileceksin. O yazılmış bir kitaptır. Yalanlayanların o gün vay haline.”İlhin ise, 7. katta gökte bir yerin adı, peygamberlerin yükseldiği ilhin gökte 7. kat bir yerin adı. Cennetlerin en yüksek ve iyi yeridir. Bir rivayete göre 7. kat göğün, insanların iyilik ve kötülüğünü yazan meleklerin divanlarının adıdır. Kuran’da iyilik edenlerin hesap defterlerinin burada olduğu bildiriliyor. Sûre 83. Mutahfefin ayet 18 – 21 “Ama iyilerin defteri yüksek katlardadır. O yüksek katların nerede olduğunu sen bilir misin? O gözde meleklerin gördüğü yazılı bir kitaptır. İyiler şüphesiz nimet içinde ve tahtlar üzerinde etrafı seyrederler. Onları yüzlerindeki nimet parıltısından tanırsın.”

Kuran – ı Kerim’in 2. Sûresi olan Bakara Sûresi’nin 285. ayeti
“Peygamberler ve inananlar. Ona Rabbin’den indirilene inandı. Hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandı. Peygamberleri arasında hiçbirini ayırt etmeyiz. İşittik, itaat ettik, Rabbimiz affını dileriz. Dönüş sanadır, dediler. “

Bununla birlikte 253. ayette de bazı peygamberlerin bazı peygamberlerden daha üstün olduğu konusu işlenmiştir. Bakara Sûresi 253. ayet:

“İşte bu peygamberlerden bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Onlardan Allah’ın kendilerine hitap ettiği derecelerle, yükselttikleri vardır. Meryem oğlu İsa’ya belgeler verdik. O’nu Ruhul Kudüs ile destekledik. Allah dileseydi, belgeler kendilerine geldikten sonra, peygamberlerin ardından birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat ayrılığa düştüler. Kimi inandı, kimi inkar etti. Allah dileseydi, birbirlerini öldürmezlerdi. Lakin Allah istediğini yapar.”

Demin ki, hikayede fetayı aramıştık. Feta; yiğit, delikanlı ve cömert manalarına gelir. İktisadi bir teşekkül olan ahilikte fütüvvet yani cömertlik esastır. Ali hakkında La feta illa Ali, L? seyfe ve ill? Zülfikar, yani yiğit ve cömert ancak Ali’dir, kılıçta ancak O’nun kılıcı olan zülfikardır diye bir söz vardır. Bu sevgili peygamberimiz Uhud Savaşı’nda sıkıntıya düştüğü sırada Ali’yi bu şekilde çağırmıştır. Peygamberin Ali’ye çektiği imdat sözüdür. Başı darda olanların bunu söyler söylemez gereken yardıma kavuşacağına inanılmıştır.

Kuran- ı Kerim’in 85. Sûresi olan ve içinde burçları olan göğe and olsun ki diye başlayan Buruç Sûresi’nde

“İçinde burçları bulunan göğe andolsun. Söz verilen kıyamet gününe andolsun. Kıyamet günü şahitlik edene,edilene andolsun ki, insanlar öldükten sonra dirileceklerdir. Hazırladıkları hendekleri tutuşturulmuş ateşle doldurularak, onun çevresinde oturup inanmış kimselere dinlerinden dönmeleri için yaptıkları işkenceleri seyredenlerin canı çıksın. Bu inkarcıların inananlara kızmaları onların sadece göklerin ve yerin hükümdarlığı kendisinin bulunan ve öğülmeye layık ve güçlü olan Allah’a inanmış olmalarıındandır. Allah herşeye şahittir.”

Hz Mevlana bu Buruç Sûresi ile ilgili olarak, aşağı yukarı 796 - 811. beyitin sonuna kadar bu Sûredeki ayetlerin açıklamaları ve sırları anlatmıştır.

“Bil ki, kim fena bir adet koyarsa ona her an lanet gider durur. İyiler gittiler, güzel usul ve adetleri kaldı. Kötü adamlardan da zulümler ve lanetler. Kıyamete kadar o kötülerin cinsinden, kim vücuda gelse, yüzü o kötülüğedir. Güneş bir burçtan bir burca gidip durduğunda, pencereye vuran ışığı da evin etrafında döner dolaşır. Kimin bir yıldızla alakası varsa, o kendi yıldızı ile döner dolaşır. O yıldızın tesiri altındadır. Talihli Zühre yıldızı ise zevki çağırmayı ve aşkı diler. Onlara adam akıllı meyili vardır. Kan dökücü huylu, Merih'e mensup ise; cenk ve düşmanlık arar. Yıldızların arasında ardında yıldızlar vardır ki onlar bu meşhur yedi kat gökten başka diğer göklerde seyir ve hareket ederler. Birbirlerine bitişik ve birbirinden ayrı olmayan bu yıldızlar Tanrı nurlarının ışığında dururlar. Her kimin talihi o yıldızlardan olursa, o kimsenin zatı kafirleri taşlayıp yakar. Onun hışmı bazen galip gelen bazen mağl?p olan ve böylece değişen yürüyen Merih'in hışmına benzemez. Kimin aşk eteği yoksa, o nur saçısından nasipsiz kalmıştır. Bülbülerin aşkı güledir. Öküzün rengini dışardan insanın rengini sarı kırmızı her ne ise, içinden ara. İyi renkler temizlik küpünden hasıl olur. Çirkinlerin rengi ise, kirli kara sudan meydana gelir. O latif rengin adı Tanrı boyası dır. Bu kirli rengin kokusu ise Tanrı lanetidir. Deniz den olan yine denize gider. Nereden gelmişse yine oraya varır dağ başından hızlı akan seller bizim tenimizden de aşkla karışık olarak akıp giden can, aslına gidip kavuşur.”

Şimdi ulu meleklerden İsrafil, boynuzdan yapılma sur'a üflediği zaman, herkesin ruhu cesedinden çıkacak ve kıyamet kopacak. İkinci sur üfürüldüğü zaman, ruhlar cesetlere girecek herkes dirilecek. Sur üfürülmesi kıyamet manasını ifade ediyor. Bu 35. Sûre Fatır Sûresi’nin 32-35 . Ayetleri’dir.

Fatır Sûresi’nin 32. Ayeti
Sonra bu kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere bırakmışızdır. Onlardan kimi kendine yazık eder. Kimi orta davranır. Kimi de Allah'ın izniyle iyiliklere koşar. İşte büyük lütuf budur. Bunlar ADN cennetlerine girerler. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir. Derler ki, bizden üzüntüyü gideren Allah’a hamd olsun. Doğrusu Rabbimiz bağışlayandır. Şükrün karşılığını verendir. Bizi lütfuyla temelli kalınacak cennete o yerleştirdi. Orda bize ne bir yorgunluk gelecek. Ne de bir usanç gelecektir.”

“Put kırmak kolaydır. Fakat nefsi kolay görmek cahilliktir. Ey oğul nefsin misal ve suretini istersen yedi kapılı cehennemin kıssasını oku. Nefsin her anda bir hilesi vardır. Her hilesinde yüzlerce, firavun da firavuna uyanlarla boğulmuştur.” Biliyorsunuz kıssada Musa’nın Tanrısı’na ve Musa’ya kaç diye Hz. Mevlana bize nasihatta bulunuyor. Yani firavunların zulmünden Musa’nın Tanrısı’na kaç, O’na sığın ve firavuna kulluk ederek, iman suyunu ziyan etme. Ahat ve Ahmet'e yapış. “Ey kardeş!Ten – yani nefsimiz- Ebu Cehil gibidir ve ondan kurtul.” Şimdi Yahudi padişah küçük bir çocukla kadını getirip o çocuğu ateşe atması, çocuğun dile gelerek, halkı ateşe atılmaya teşvik etmesi. Bunlar tabii mecazi hikayeler. Yahudi bir kadını çocuğu ile birlikte bir putun önüne getirmiş. Çocuğu anasından kopartıp, ateşe atıyor. Kadın korkunca imandan ayrılıyor. Tam kadın putun önünde secde edecekken, çocuk ateşin içinden “Ben ölmedim!” diye haykırıyor. Anne gel! Gerçi zahirde ateş içinde isem de , ben burada iyiyim hoşum. Bu ateş perde olarak zahirde bir göz bağıdır.Fakat hakikatte mana yakasından baş çıkarmış, zuhur etmiş bir rahmettir. Ateşe girde ateş içinde gül ve Hz. Musa öyle yapmış. Bebekken, ateşin içine attıklarında, bir de bakmışlar ki, ateşin içinde parmağını emip tebessüm ediyor. Ateşin içine girersen eğer, yasemin bulan Hz. İbrahim’in sırlarını da görebilirisin. Bebek diyor ki, annesine senden doğarken ölümü görüyordum. Senden ayrılmaktan pek korkuyordum. Halbuki senden doğunca havası hoş rengi güzel bir alaba gelip dar bir zindandan kurtuldurm. Şimdi ateş içinde sük?n ve rahatı bulunca dünyayı ana rahmi gibi, görmeye başladım. Bu ateş içinde bir alem varki, her bir zerresinde bir İsa nefesi var. Şekli yok. Kendisi var bir cihan. O zahiren varolan dünya ise, sebatsız, şekilden ibaret ana analık hakkı için gel gir.

Hayat maddi ve manevi acılarla doludur. Bu sadece insanoğlu için değil, dünyadaki tüm yaratıklar için geçerli olmak üzere, hayat acılarla doludur. Önce evrensel acılara bakalım. Çünkü Tanrı bütün yaratıklara dört tane koşul koydu. Barınma, nefes alma, gıdalanma ve üreme. İstersen ibalık, istersen aslan, istersen kaplan ol istersen insan, farketmez. Eğer barınamıyorsan, barınacak bir yerin yoksa, bundan dolayı ıstırap çekersin. Mesela kiralık evler çok pahalı olmaya başladı. Bazı talebeler, yüksek tahsil yapmak için memleketlerinden buraya geliyorlar. Kiralık ev arıyorlar bulamıyorlar. Dehşet içinde ve son derece büyük bir üzüntü içindeler. Bir yakınımız evlenecek, kendine kiralık mutavazı bir ev arıyor ama bulamıyor. O yüzden aşık olduğu adama rağmen, onun getirdiği güzelliklere rağmen mesut olamıyor, sevinemiyor. Şimdi anladınız mı? Bir kuş bile bir yuva yapar ve yuvasının etrafında da aynı cinsten başka kuşları istemez. Köpek de yolda giderken oraya buraya işer ve kendi iktidar sahasının belirler. Sonrada da koklar. Barınma yazın sıcaktan, kışın soğuktan, başka yaratıkların saldırısından korunmak için çok önemlidir. Bu durum yeryüzü ile gökyüzü arasında tüm yaratıklar için geçerlidir. Eğer yiyecek bulamıyorsan ya da bulamama korkusu varsa, o da ayrı bir ıstıraptır. İlla ki kendine yiyecek bulmak zorundasın. Nefes almak ve yiyecek bulmanın dışında her yaratık kendi, cinsiyle temas kurarak üremek mecburiyetindedir. Aksi taktirde nesli devam edemez. Bu da ayrı bir meseledir. Bu meselenin halledilmemesi halinde bütün yaratıklar için geçerli olmak üzere bir ıstırap doğar. Biz her ne kadar bel kemiği olan bir hayvan isek de, zeki ve akıllı bir hayvanız. Diğer bel kemiği olan hayvanlara akılla fark atıyoruz. Onun dışında bütün sistemlerimiz aynıdır. Şimdi akıl ve zeka sahibi olduğumuz için durmadan ihtiyaç üretiyoruz. Efendim akıılıca ya da akıllıca olmayan, lazım olan ya da olmayan ihtiyaçlar üretiyoruz ve bu ihtiyaçlarımızda egzejare ediyoruz. Yüzlerce binlerce ihtiyaç üretiyoruz; sonra da bu ihtiyaçları karşılayamıyoruz. Karşılayamayınca da mahsun oluyoruz ve mesut olma şansımızı elimizden kaçırıyoruz. Peki neden Cenab-ı Allah bize bu ıstırabı yaşatacak bir zihin verdi? Bu ıstıraplar yüzünden cehennem azapları çekerken, eğer imanımız varsa, iki yolu seçeceğiz. Biri bütün ihtiyaçlarımızdan vazgeçmek, bunların hayvanların ihtiyaçları kadar az tutarak; yemek içmek , barınmak, üremek; işlerini mahsun olmaktan, cehennem azabı çekmekten kurtulabiliriz. Bu bir yoldur. Bunu bildiğiniz gibi Diyojen denemiştir. Bir fıçının içine girmiştir. Burası benim evim demiştir. Sonra da Büyük İskender O’nu görmeye geldiği zaman, bu büyük bilgiye, “Dile benden ne dilersen!” diye sordu. O da çok ünlü bir cevap verdi. “Gölge etme! Başka ihsan istemem.” Şimdi, gidene bu bir yoldur. Ama bir yol daha var. Biz ihtiyaç üretmekten vazgeçmeyelim. İstediğimiz kadar ihtiyaç üretelim. Ama buna karşılık ruhumuzu ve imanımıza son derece güçlendirirsek; çünkü Tanrı bizi dünyaya değil kainata, efendi, halife olarak yaratmıştır. Madem ki kainata efendi olarak yaratıldık. Biz de çok önemli çok ciddi güçler vardır. O zaman biz, bu Cenab – Allah’ın ecdadımıza verdiği bu güçleri kendi içimizde arayıp, bulalım, açığa çıkaralım ve bu güçleri açığa çıkarıca, bu güçlerin sayesinde ne kadar ihtiyaç üretirsek üretelim onlar tatmin edecek kadar güce sahip olalım, bu ikinci yoldur. İnsanoğlu Adem’den beri bu güçlere ulaşmak için çalışıyor. Kuran–ı Kerim’de “Beni sabah akşam zikrediniz!” ayeti bu güçlere ulaşmanın metodlarında biridir. O zaman kendi içinde seyehate çıktığın zaman yavaş yavaş enerjileri akortlamaya başlıyorsun. Bir elemin, harici ya da dahili bir baskının; İnsana layık olan özgürlüğü kapatması, insanı kötü duruma düşürmesi. İşte burada insan eğer imanını muhafaza ederse, ben puta tapacağıma ateşe girerim kardeşim. Çünkü ben Allah’a iman ettim. Allah benim koruyucumdur. Allah benim sevgilimdir. Dediğin zaman oradaki iman gücünü gösterdiği zaman, ki iman gücü bütün, diğer güçlerin anasıdır. Bu çok büyük bir sırdır. O zaman yürüyüşte ateşe girdiğin zaman orada duyacağın acı diğer bütün açılımlar ve yeni bir boyuta girişini temin edecektir. O yüzden tarikatlarda, diğer dinlerin tarikatlarında insanların kendilerine işkence yaptıklarını görüyoruz. Çile haneler kuruyorlar. Kendi kendilerine acı verecek bir takım ortamlar yaratıyorlardı. Bu acılar içersinde imanını geliştirip, kanalları açmak için. Çünkü güzellikle yenilerek, içilerek kanallar açılamaz. Tam tersine nefis kabardığı için ruh kirlenir. Şimdi anlattış olduğumuz bu bahiste Kuran-ı Kerim ne diyor. O’na bakalım.

   
     
DİNİ BİLGİLER
Pirim Hz. Mevlana'ya ithaf olarak yazan ve hazırlayan Işık Sükan
Dini Bilgiler (1)
Dini Bilgiler (2)
Dini Bilgiler (3)
Dini Bilgiler (4)
Dini Bilgiler (5)
Dini Bilgiler (6)
Dini Bilgiler (7)
Dini Bilgiler (8)
Dini Bilgiler (9)
Dini Bilgiler (10)
Dini Bilgiler (11)
MEVLANA'DAN İNCİLER
Hazırlayan Işık Sükan
Mevlana'dan İnciler(1)
Mevlana'dan İnciler(2)
Mevlana'dan İnciler(3)
Mevlana'dan İnciler(4)
Mevlana'dan İnciler(5)

© 2005 Işık Sükan - Her Hakkı Saklıdır. İzin almadan çoğaltılamaz ve kopyalanamaz.
Bu site bir Bora Döken tasarımıdır.