-Pirim
Hz. Mevlana'ya ithaf olarak yazan ve hazırlayan
Işık Sükan-
Dokuzuncu Bölüm
Cenab-ı Allah insan vücudunu balçık
çamurundan imal etmiştir. Dünya gezegeninin atmosferinde
bol miktarda oksijen olduğu için, bu yakıcı gaza
ancak topraktan yapılmış bir beden uzun süreli
olarak, tahammül edebilirdi. Eğer beden madenlerden
yapılmış olsaydı, çok kısa zamanda okside olarak,
işe yaramaz hale gelirdi. İnsan bedeni şüphesiz
bir mühendislik şaheseridir. Bir sanat harikasıdır.
Bu beden bir mücevher kabı olarak, imal edilmiştir.
Tanrı onun içine ruhundan üflediği emaneti koyarak,
can vermiştir.
“Dağlara taşlara verdim. Kabul etmediler.
Biz tahammül edemeyiz, dediler.” Ama kan dökücü,
fitne çıkarıcı, nankör insan bu kutsal emaneti
kabul etmiş ve adam (Adem Peygamber) olmuştur.
O’na yaratılmış bütün melekler Allah’ın emriyle,
secde etmiştir. Bunun mânâsı bütün bu melekler
adamın emrine verilmiştir. (Melekler=Melekeler,
yetenekler. Bazı düşünürlerin ifadesine göre adamda
ufak tefek yetenekler hariç, en az ve en önemlilerinden
500 yetenek vardır.) Fakat Şeytan, adamın içindeki
mukaddes emanetin Allah’ın zatına ait olduğunu
anlayamadığı için secde etmeyip, lain oldu. Kıyamete
kadar Tanrı’dan mühlet istedi. Bedenin içine girerek,
adamı azdıracağını iddaa etti. Tanrı da buna müsaade
etti.
Şimdi bedeni biraz olsun tanımlamaya
çalışalım. Beden, hücre adı verilen yapı taşlarından
oluşmuştur. Bu hücreler bedendeki fonksiyonlarına
göre farklılaşmışlardır. Örneğin; bir kemik hücresi,
kan hücresi, gözün retina hücresi, beyin hücresi
birbirinden çok farklı oluşum arz eder.
Beden varlığını devam ettirmek için,
ölmüş hücreleri yenilemek ve diğer hücrelerini
de canlı tutmak için bitkilerden, hayvanlardan,
madenlerden, topraklardan, böceklerden (bal),
deniz mahsullerinden gıdalanır. Kendisinin imal
edemeyeceği amino asitleri, azot bileşikleri,
organik maddeleri, fotosentez yapabilen bitkilerden
ve bu saydıklarımızdan temin eder. Bir nevi montaj
sanayi gibi çalışır.
Hücreler ait oldukları sistemi oluşturmak
üzere, milyonlarcası bir araya gelerek, organları
meydana getirir. Sindirim sistemi, dolaşım sistemi,
sempatik sistem gibi sistemler de bu organların
mükemmel bir ahenk içinde görevlerini sağlıklı
bir düzenle yapmalarıyla, vazifelendirilmişlerdir.
Bu sistemlerin doğal olarak, kendilerine mahsus
bir şahsiyetleri, kuvveleri vardır. Bu kuvvelerin
adil ve sağlıklı bir ahenk içinde vücudun bütün
hizmetlerini anında en mükemmel şekilde görebilmeleri
için oluşturdukları bir kuvveler koalisyonu vardır.
Bu koalisyona mukaddes kitabımızda “nefis” denmektedir.
Beden ikliminin sultanı, hükümdarı
Tanrı’nın emanetidir. Tahtta O oturmaktadır. İrade
ve otorite O’nun emrindedir. Nefis de O’nun emrinde
olmak mecburiyetindedir. Beden ikliminin hükümdarı
olan emanet, Çin hükümdarı gibi yasak şehirde
hükümdarlığını sürdürür. Bedene çok ince bir kordonla
bağlıdır. Bütün gıdası sevgi ve ilim gücüdür.
Bunun dışında sevgiye ve ilme bağlı kuvvelerden
istifade eder. Doğal çalışma biçimi böyleyken,
Şeytan’a izin verildiğine göre, Şeytan bu adilhane
ve sağlıklı çalışan koalisyondaki kuvvelerin ruhaniyetlerini
bozmaya ve onları birbirine düşürerek, uniter
yapılarını parçalamaya çalışır. Eğer bunda muvaffak
olursa, bunlardan bir tanesi ihtilal yaparak,
beden ikliminin hükümdarı olan emanete giden beslenme
yolunu tıkar. Yani o çok ince, sevgi ve ilimle
beslenen kanal tıkanır. Böylece mesela sindirim
sistemi beden ikliminin tahtına oturur. Böyle
bir insan artık hayatı yemek içmekten ibaret zanneder.
Gitgide şişmanlar. Bedenin ölümüne sebep olur
ve kişi cehenneme gider. Seks sistemi tahta geçerse,
o kişi erkek ise hovarda olur, kadın ise, iffetsiz
kalır. Bu durumda olan insan kendini kurtarmak
için kurban kesmelidir. Çünkü kurban kesimi sırasında
açığa çıkan enerji, emanet ruhun bağlı olduğu
kordonu by-pass ederek, tıkanıklığı açar. Kurban
parasını sadaka vermek, insana sevap kazandırabilse
bile, emanet ruhun tıkanıklığını açamaz. İnsanın
bu gibi felaketlerden kurtulması için, Cenab-ı
Hakk’a Fetih Sûresi 29. Ayet’te olduğu gibi “Ya
Rabbi! Bende emanet olan ruhunu sana hayatta iken,
iade ediyorum. O Sana aittir. O’nunla Tevhid (birleşme)
eyle! Bu bendeki bir bardak suyu Sendeki denize
iade edip, döküyorum. Kabul buyur!” diye aşk-ı
niyaz etmesi ve bunu niyet alarak, Kelime-i Tevhid’i
söylemesi lazımdır. Kelime-i Tevhid’i bu niyeti
almadan söyleyen kişiler, niyetsiz yapılan işlerin
sonu olmadığından hiçbir fayda elde edemezler.
Böylece Hz. Mevlana ayinlerinde söylenen kelam
vücut bulur. “Bir katre idim Umman’a düştüm...”
Bunu bilen kişiler tilki ise, arslan; fakir ise,
bey; bey ise, sultan olur...
“Dinle sözümü sana diyorum! Derviş
olana lazım olan Aşk-ı Hüdâ’dır. Aşıkın nesi varsa,
( ki adamın sadece emaneti vardır. O emaneti de
Hakk’a feda etmesi lazımdır.) Maşuk’a (yani Tanrı’ya,
aşık olmaya layık olana) fedadır.
Şimdi meselenin daha iyi anlaşılması
için biraz düşünelim. Öğle yemeğinde kabak, biber
dolması yedik. Yanında da bol maydonozlu domates
salatası yedik, diyelim. Aldığımız bu gıdaların
içinde, organlarımıza lazım olan vitamin ve kaloriler
nefis tarafından ilgili doku ve organlara derhal
gönderilir. Ama biz biliyoruz ki, varolan her
nesnenin (maddeler dahil) bir ruhaniyeti vardır.
Ruhları olmasaydı, varolamazlardı. Fakat bu ruhlar
ilkeldir.
Domatesin ve maydanozun ruhaniyeti
de, biberin ve dolmadaki koyun etinin ruhaniyeti
de bedenimize girmiştir. Bu ruhaniyetler de organlarımızla
ilgili fonksiyonel programlarına göre, eğitilmek
üzere nefis tarafından dağıtılır. Nefsi meydana
getiren kuvvelerde Kuran-ı Kerim’de de iyice tarif
edildiği gibi nankör, fitne ve kan dökücü kapasitede
ruhlardan oluşmaktadır.
Biz Amenullah olunca, yani Allah’ın
mümin kulu olunca, bizdeki emanet ruh ile Tanrı’nın
azametli ruhaniyeti birleştiği için, artık beden
iklimindeki tahta Allah’ın emanet ruhundan başkası
oturamaz. O’nu tahttan indirmek için herhangibir
ihtilal de yapılamaz. Şeytan ne kadar gayret ederse
etsin. Bunun en mükemmel örneğini Eyüp AS.’nin
hayatını tetkik ettiğimizde görüyoruz. O Amenu’ydu.
Şeytan’a izin verildiği için Eyüp’ün vücudundaki
bütün kuvveleri ele geçirmiş, bedeni sonuna kadar
hastalandırmış; ancak Allah’ın emanetini tahttan
indiremediği için iddasını kaybetmek mecburiyetinde
kalmıştır.
Cenab-ı Hakk’ın bedenimizin tahtına
oturttuğu emanet ruh Rabb’e ait olduğu için “O
bize şah damarımızdan daha yakındır. Vücudumuzdaki
öğretmen O’dur.” Nefsimizi eğiten ve onu ilkellikten
kurtararak, mükemmel bir ahenk içinde olgunlaştırarak,
Cenab-ı Hakk’a takdim edilecek seviyeye getirmek,
emanet ruhun vazifesidir. Fatiha-ı Şerife 1. Ayet
“Bismillahirrahmanirrahim” “Alemlere öğreten Allah’a
hamd olsun. Nefsimize öğreten Allah’a hamd olsun.”
Çünkü insan bedeni alemler örnek alınarak dizayn
edilmiştir. Nasıl kayısı ağacının çekirdeğinden
yine kayısı çıkarsa ve nasıl her canlının kendine
göre bir çekirdeği, tohumu varsa, alemlerin tohumu
da insandır. O yüzden insan alemlerin yapı taşıdır.
Nasıl bir hücremiz bedenin yapı taşıysa, nasıl
bir hücremizden bedenimizin fotokopisini çıkartmak
mümkün oluyorsa, bir insan da bütün alemleri buluşturacak
güç ve kuvvettedir. Düşünenler için çıkan ayetlerden
bir kısmı budur.
Bundan sonra Amenullah olmuş kişiye
cehennem haramdır. Ama işimiz bitmez. Cenab-ı
Allah’a yakınlaşmak en büyük emelimiz olduğu için;
a.İlmel Yakin
b.Hakkal Yakin
c.Aynel Yakin
Derecelerine ulaşmak üzere,
yolculuğumuz devam edecektir.
|